Kalkındık, bolluğa kavuştuk derken bize bu refahı sunan binlerce kimyasal, aşırı steril çevrelerimiz ve doğadan kopuş bize acı bir bir bedel ödetmeye başladı. Yüz milyonları etkileyen otoimmün #hastalıklar hakkında kaçırılmaması gereken bir yazı. #insan #sağlık @tessamlove
Görseller : Kouzoi Sakai
Hiç bitmeyen yanlış teşhisler
Stacy Vercyck Case bir dizi farklı semptom gösteren bir rahatsızlığa sahipti. Eklem ağrısı, kalp çarpıntısı ve şiddetli yorgunluktan muzdaripti. Doktorlar semptomlarını gidermeye çalıştılar. Ona anksiyete önleyici bir ilaç olan Xanax verdiler, reflüsünü önlemek için başka ilaçlar önerdiler ya da egzersiz yapmasını istediler. Fakat hiç kimse Stacy’nin sağlık sorunlarının onun altında yatan problemin kökenini çözemedi.
Stacy, “Her defasında bir sebebi aradıklarında sebep bulamıyorlardı” diyor. “Bu yüzden tedavi süreçleri bir kabusa döndü.”
Stacy’nin durumuna teşhis konulabilmesi yaklaşık üç yıllık bir zaman ve onlarca doktor sürdü. Stacy’de Hashimoto hastalığı vardı. Tiroid iltihabına ve bununla bağlantılı ve yorgunluk ve kilo dalgalanması gibi birtakım problemlere neden olan bir otoimmün hastalık.
Stacy’nin hastalığı nadir olmakla birlikte teşhis konulmasını bu kadar zorlaştıracak kadar da bilinmeyen bir hastalık değil. Amerikan Otoimmün İlişkili Hastalıklar Derneği'ne (AARDA) göre, 50 milyon Amerikalı bir otoiümün hastalığından muzdarip olmasına rağmen, bir insanın otoimmün bir hastalık tanısı alması ortalama beş yıl ve beş doktor alıyor. Otoimmünite, artık kanser ve kalp hastalığının önüne geçerek en yaygın hastalık kategorisi haline gelmiş durumda. Hatta kalp hastalıkları ve kanser düşme eğiliminde iken, bazı tıbbi uzmanların bu durumu bir salgın olarak tanımlamasına sebep olacak kadar sık otoimmün teşhisi konuluyor.
Yeni düşmanımız kendi bedenimiz
Arkansas Üniversitesi Tıp Bilimleri Üniversitesi'nde immünolog ve emekli bir profesör olan Kathleen Gilbert, “Otoimmün hastalıklarla ilgili hala çok fazla gizem var” diyor.
Otoimmün hastalıklar, bağışıklık sistemi kendi bedenine karşı döndüğünde ve vücud kendi hücrelerine ve dokularına saldırdığında ortaya çıkar. Bunu biliyoruz ama bunun ötesinde, bu hastalıklara neyin neden olduğu, ve onları durdurmak için neler yapılabileceği ve hatta hangi hastalıkların otoimmün olarak sınıflandırılabileceği konusunda çok az bir fikir birliği var.
Araştırmacılar, büyük ölçüde, bu hastalıklardaki artışın nedeninin çevremizdeki değişiklikler ve bu çevresel değişikliklerin bedenlerimizde yarattığı değişiklikler olduğunu varsayıyorlar. Son 100 yılda insanlık, yüzbinlerce yıllık varoluşumuzun başından beri sahip olduğumuz yaşayış şeklimizi büyük ölçüde değiştirdi. Teknoloji ve yaşam koşullarındaki inanılmaz gelişmeler her zamankinden daha sağlıklı olmamız gerektiğine inanmamızı sağlarken - sonuçta en azından Batı uygarlığının çoğunluğu hiç olmadığı kadar iyi ilaçlara, temiz suya ve bol gıdaya erişebiliyor - doktorlar bu değişimin önceden hiç tahmin edemediğimiz ve istenmeyen bazı sonuçları olduğunu yeni yeni anlamaya başladılar.
Daha iyi ilaçlara sahibiz ama bununla birlikte, örneğin, antibiyotiklerin aşırı kullanımı ve süper dayanıklı mikropların yükselişi geliyor; Sanayileşmiş çiftçilikle edindiğimiz bollukla birlikte kimyasalların ve işlenmiş yiyeceklerin yükselişi geliyor. Bunların birisi veya hepsi otoimmünitenin başlangıcı ile ilgili olabilir.
Bu nedenle, otoimmün hastalıklar, endüstrileşmiş bir tür olarak kendi başarımızın istenmeyen ürünü olabilir. Bu durum, araştırmacıların canını sıkabilir, çünkü otoimmünite, sadece en yaygın hastalık kategorilerinden birisi değil, aynı zamanda son derece karmaşık olan, bilim adamlarının henüz tam olarak anlamadığı bir faktörler yığını durumunda.
Otoimmünitenin yükselişinin anlamaya çalışırken karşılaştığımız ana sorunlardan biri, otoimmün hastalıkların bir hastalık kategorisi olarak isimlendirilmesinin bile nispeten yeni bir sınıflandırma olmasıdır. Yakın zamana kadar, bu sınıfa giren her bir hastalık benzersiz ve nadir bir rahatsızlık olarak görülüyordu. Doktorlar bugün hala daha bu hastalık sınıfını tanımlayan geniş kriterler üzerinde bile hemfikir değiller. AARDA'nın otoimmün olarak tanıdığı hastalık sayısı bile - lupus, Tip 1 diyabet, çölyak, multipl skleroz, Crohn hastalığı, romatoid artrit ve daha pek çoğu dahil - tartışmaya açık.
Johns Hopkins, Otoimmün Hastalıkları Araştırma Merkezi kurucu müdürü Noel Rose, “Bir hastalığı Otoimmün olarak tanımlamak hala oldukça zor” diyor. “Dolayısıyla bu genel hastalık sınıfını nasıl tanımladığınıza bağlı olarak, sayı değişecek. Bence çoğu insan makul bir şekilde 100'ün muhafazakar bir rakam olduğunu düşünüyor ve söylüyor. ”
Rose, 1956'da tiroid üzerine çığır açan bir keşfi de dahil bu alanda yaptığı çalışmalarla otoimmünolojinin babası olarak biliniyor. Rose’un bir kaç yıl önce emekli olduğu Baltimore'daki Johns Hopkins Üniversitesi laboratuvarı otoiümün hastalıkları bir bütün olarak inceleyen nadir bir birkaç kuruluştan birisi. Bu tür bir bütüncül bir yaklaşımın eksikliği otoimmün alanında yürütülen çalışmaların belki de en temel sorunu. Zira kategori içindeki her hastalık hala bağımsız olarak incelenmekte, tedavi edilmekte ve araştırılmaktadır.
Bu nedenle uzmanlar, otoimmün hastalıkların tam olarak ne kadar büyüdüğünü ve bunun nerelerde gerçekleştiğini tam olarak hesaplamakta zorlanıyorlar. Kanserin aksine, otoimmün hastalıkların ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerine (CDC) veya Ulusal Sağlık Enstitülerine (NIH) bildirilmesi gerekmiyor. Bu, araştırmacıların bu hastalıklardan kaç kişinin etkilendiğini, nerelerde görüldüğünü, hangi hastalıkların hangi hızla yayıldıklarını anlamalarına yardımcı olacak bir veritabanı olmadığı anlamına geliyor. Oysa bu veriler bilim adamlarının her hangi bir hastalığı anlayabilmesi için kilit veriler.
Görseller : Kouzoi Sakai
Sebebi bile anlaşılamayan bir salgın
Otoimmün hastalıklar hakkında somut ve genel veriler olmadığından, araştırmacılar bireysel hastalık vakalarını izleyerek bir sonuca ulaşmaya çalışıyor. Örneğin, Amerikan Diyabet Birliği'ne göre , Tip 1 diyabet teşhisi ABD'de 2001-2009 arasında% 23 arttı. Sağlık ve Sosyal Bakım Bilgi Merkezi'ne göre , İngiltere'de Crohn hastalığının teşhisi 1994 ve 2014 arasında% 300'den fazla arttı. Kanada’da, 2017’de yürütülen bir çalışmanın sonuçlarına göre, pediatrik enflamatuar barsak hastalığı vakalarının 1999 ve 2010 yılları arasında her yıl% 7,2 arttığını görüldü. Daha geniş bir bakış açısı geliştirmek amacıyla İsrail'de 2015 yılında yürütülen bir araştırma hangi otoimmün hastalık türlerinin en hızlı şekilde arttığını belirlemek için 30 bireysel çalışmaya baktı. Araştırmacılar global romatolojik hastalık örneklerinin 30 yılda yılda ortalama % 7.1, endokrin hastalıklarda% 6.3, gastrointestinal hastalıklarda% 6.2 ve nörolojik hastalıklarda% 3.7 olduğunu buldular.
Otoimmün hastalığa katkıda bulunan çevresel faktörleri belirlemek için çalışan Çevresel Otoimmünite Grubunun kıdemli araştırmacılarından biri olan Doktora Frederick MD, “Kanseri toplu olarak veya bulaşıcı hastalıkları toplu olarak düşünüyoruz” diyor. “Ve bu sayede her yıl kanser miktarı üzerine rakamlar topluyoruz. Oysa Amerika Birleşik Devletleri'ndeki otoimmün hastalıkların toplamına ilişkin rakamları yıllık olarak toplamıyoruz, çünkü çoğu doktorun ve araştırmacının olaya mevcut bakışı ve düşünüş tarzına uymuyor.”
Miller, otoimmün bir hastalık veritabanı üretmek için başarılı olmadan on yıllardır çaba harcayan birçok arıştırmacıdan birisi. Bu başarısızlık, Stacy’nin de yaşadığı 'gibi hastalıklar söz konusu olduğunda, klinik bilim, semptomlar, testler, patolojiler veya sadece şans gibi faktörlerin hepsi bir araya gelmeden ve doktorlar tam bir teşhis geliştirene kadar bu olayların tıbbi gizem olarak kalmasına sebep oluyor.
Aynı zamanda, otoimmün hastalıkların standart testlerle, özellikle de bir kişinin yaşadığı spesifik hastalığa aşina olmayan doktorlar tarafından uygulandığında teşhis edilmesi güçtür. Bunun da ötesinde, doktorlar sıklıkla hastanın semptomlarını psikojenik olarak görme eğiliminde ve onları bir psikiyatriste havale etmeye alışmışlar. Stacy’ye, yaşadığı bulmacayı çözmesini sağlayan açılımı gerçekleştiren ve tiroidle ilişkili bir hastalık için test edilmesini öneren jinekoloğuydu. Bu, pek çok doktor yaşadığı belirtileri depresyonla ilişkilendirdikten sonra oldu .
“Otoimmün hastalıklar, diğer birçok hastalık gibi, bir yandan genetik duyarlılık ve bir yandan da bazı çevresel etkilere maruz kalmanın bir birleşimidir.”
Otoimmün hastalıklarda gözle görülür artışın esas olarak daha fazla raporlama ve daha hassas tanıların sonucu olması da muhtemeldir. Ancak sahadaki çoğu araştırmacı bu faktörlerin tek başına otoimmünite vakalarındaki artışı hesaplamaya yetmediğine inanmaktadır. İşin içinde başka bir şey olmalı.
Sebep katılımsal mı?
Kalıtsal sebepler, otoimmün hastalıkların sıklığına ilişkin iyi bir açıklama getiriyorb. Bilim adamları bu hastalıkların belirli aileler ve akrabalar arasında yoğunlaşma eğiliminde olduklarını biliyorlar. Bir aile üyesinin otoimmün bir durumu olduğunda, tıpatıp aynı hastalık olmasa da diğer aile üyelerinin de otoimmünite riski altında olduğunu söyleyebiliriz. Romatoid artritli bir kişinin ülseratif kolit veya görünüşte alakasız her hangi bir otoimmün hastalığa sahip bir teyzesinin bulunması nadir görülen bir durum değildir. Bunun anlamı, otoimmün duyarlılığa daha fazla katkıda bulunan ana faktörlerden birinin genetik yani kalıtsal olmasıdır.
Bilim adamları ayrıca otoimmün hastalıkların kadınları erkeklerden çok daha yüksek oranda etkilediğini biliyor. Bazı tahminlere göre, kadınlar sayıları 30 milyon bulan bu hastalıklardan etkilenen ABD nüfusunun% 75'ini oluşturmaktadır. Bazı araştırmalar, kadınların iki X kromozomuna sahip olmalarının bu duruma sebep olan temel bir faktör olabileceğini öne sürüyor. X kromozomu, immün sistemin yürütülmesinde yer aldığı düşünülen microRNA adı verilen küçük genetik materyal parçalarına ev sahipliği yapar. Bu durum, kadınların daha uzun yaşamalarının bir nedeni olmasına rağmen, bağışıklık sistemlerini kendilerine karşı dönmesine daha yatkın hale getiren bir sebep de olabilir.
"Bunun sebebi artık daha ve çok fazla temiz yaşıyor olmamızdan ziyade bizi sağlıklı yapan önemli mikroorganizmaların alımını engelleyen gittikçe artan endüstriyel yaşam tarzımız olmasıdır."
Genetik konusundaki bu yaklaşıma rağmen Rose, otoimmün hastalıkların artış oranının, kalıtsal olarak nesilden nesile geçme oranının çok ötesinde artmakta olduğunu söylüyor. “Otoimmün hastalıklar, birçok hastalık gibi, bir yandan genetik duyarlılık ve diğer yandan da çevresel etkilere maruz kalmanın bir birleşimidir” diyor. “Kalıtım deyince 20, 25, 30 yıldan fazla bir döngüden bahsediyoruz. Genetik o kadar hızlı değişmez, bu yüzden çevresel başka bir şeyler olmalı. ”
Biz mikroplarla beraber yaşayan bir türüz
Bilim adamları 1980'lerde ve 1990'larda otoimmün hastalık ve alerji vakalarında dik bir yükseliş fark etmeye başladılar; kabakulak, kızamık ve tüberküloz gibi bulaşıcı hastalık vakaları, büyük ölçüde aşı ve antibiyotik kullanımına bağlı olarak düşüyorlardı. Araştırmacılar, bu eğilimlerin birbiriyle bağlantılı olduğuna ilişkin teoriler üretti. Belki de enfeksiyon yokluğu - bağışıklık sistemlerimizin bizi korumak için tasarlandığı şey - bu sistemlerin bozulmasına neden oluyordu.
Bu gözlem, sözde hijyen hipotezinin ortaya çıkışı oldu. Bu teoriye göre steril modern ortamlar çocukları beklenmedik şekillerde savunmasız bırakıyordu. Bu araştırmacılar, çocukların bağışıklık sistemini geliştirmek için genç yaşta daha fazla patojene yakalanması gerektiğini düşünüyor. Bilim adamları o zamandan beri bu teoriyi geliştirdiler. Londra Üniversitesi College'de emeritus tıbbi mikrobiyoloji profesörü olan Graham Rook'a göre, bağışıklık sisteminin, tehditlere nasıl tepki vereceğini öğrenmek için, esasen ve zararsız mikroplara - bakteri gibi - erken ve düzenli maruz kalma ihtiyacı vardır.
Rook, “Epidemiyolojik olarak, gelişiminizdeki belirli bir kritik noktada bağırsaklarınızdaki doğru organizmalara sahip değilseniz, o zaman bağışıklık sisteminde kusurlar oluşuyor” görüşünü belirtiyor.
Çok ihtiyaç duyduğumuz bu mikroorganizmalar, doğal ortamdan ve maternal mikrobiyom olarak bilinenlerden gelen - annemizden uterusundan, vajinal kanaldan ve hatta anne sütünden- sağlıklı bakterilerdir.
Rook, bu doğal sağlıklı bakteri kaynaklarının yeşil alanlara daha az maruz kalınması, daha düşük çeşitlilikte bir diyet, antibiyotiklerin aşırı kullanımı ve emzirme ve doğal doğumdaki düşme oranları nedeniyle gelişmiş ülkelerde daha fazla tehlikeye girdiğini belirtti. Bu ortamlarda insanlar çok daha az çeşitlilikteki mikroplara maruz kalırlar (veya antibiyotikler söz konusu olduğunda bu mikroplar öldürülür) ve bu, bağışıklık sistemlerimizin bakteri ile başa çıkmak için daha az donanımlı olması anlamına gelir - iyi veya kötü - .
Bunun sebebi bizim temizlik merakımız değil, bu önemli mikroorganizmaların alımını engelleyen gittikçe artan bir endüstriyellik kazanan yaşam tarzlarımız.
Rook, “Bağırsaklarımızdaki organizma çeşitliliği arttıkça, daha sağlıklı görünüyoruz” diyor Rook.
Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar, az gelişmiş ülkelerde yaşayanlara kıyasla daha yüksek otoimmün hastalık oranlarına sahip. Hızla modernleşen ülkelerde yaşayan insanlar, ülkeleri modernleştikçe otoimmün hastalıklara karşı daha hassas hale geliyor.
Araştırmalar, gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ülkelere göre mikrobiyal çeşitliliği destekleyen çevrelere daha az sahip olduğunu gösteriyor. Rook ve başka bilim insanları bu durumun otoimmünitenin başlangıcı ile çeşitli mikroplara maruz kalma eksikliği arasında güçlü bir bağlantı olduğunu gösterdiğini öne sürüyor.
Bu yüzden Rook ve diğer araştırmacılar, insanların dışarıda daha fazla vakit geçirerek doğaya daha fazla maruz kalmalarını, antibiyotikleri daha makul bir şekilde kullanmalarını - özellikle hamile veya emziren kadınları - ve sağlıklı, bütünsel bir diyet takip etmelerini önermektedir.
Öte yandan, bireylerin otoimmüniteye karşı kendilerini yenilmez yapabilmelerinin de bir sınırı olabileceğini de kabul ediyorlar.
Kimsayasallar içimize işledi
“Giderek daha fazla maruz kaldığımız çevresel zehirli maddeler ve kimyasalların, bağışıklık sistemimizin, bizden olan ve bizden olmayan arasında yapması gereken ayrımı giderek bozmakta olduğuna dair bilim insanları ve doktorlar arasında neredeyse evrensel bir görüş birliği var.” diye yazıyor Prof. Dr. Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde nöroloji, moleküler mikrobiyoloji ve immünoloji Doktoru ve Doçenti olan Douglass Kerr.
Çevresel Otoimmünite Grubu'ndan Miller'e göre, ABD'de ticari kullanım için onaylanmış ve otoimmünite üzerindeki etkilerini belirlemek için yeterince çalışılmamış 80.000 kimyasal var ve bu rakama her yıl yaklaşık 5.000 yeni kimyasal ekleniyor.
2003 yılında yapılan bir araştırma, endüstriyel bileşikler, kirleticiler, böcek öldürücüler, dioksinler ve cıva dahil olmak üzere, Amerikalıların kanında ve idrarında 210 kimyasal varlığını test etti . Çalışma deneklerinin bu maddelerin ortalama 91 tanesi için pozitif sonuç verdi. 2005'ten bir başka çalışma, Amerika Birleşik Devletleri etrafındaki farklı bölgelerden 10 yenidoğanın göbek bağı kanına baktı ve hamilelik öncesinde ve sırasında bebeklere annelerinden geçen 287 endüstriyel kimyasalın varlığını ispatladı.
Bazı kimyasalların otoimmün bir tepkiye yol açabileceğine dair bazı kanıtlar var. Örneğin, trikloretilen, ABD su kaynağında tespit edilen ve bir otoimmün tepkisini tetiklediği ve bağırsak mikrobiyomunu tehlikeye düşürdüğü bulunan buzdolaplarında kullanılan bir çözücüdür. Cıvanın deri veremini tetiklediği ve bazı böcek ilaçlarının deri veremi ve romatoid artritin birkaç türüne neden olduğu bulunmuştur .
Rose, “Suçlanan kimyasalların listesi çok uzun bir liste” diyor. “Genetik olarak dayanıklı olabilecek bireylerde bile, otoimmün bir hastalığı tetikleyebileceği gösterilen kimyasalların listesi çok kısa bir liste.”
D vitamini eksikliği dahi otoimmünite ile ilişkilendirilmiştir. Uluslararası Sağlık Bilimleri Dergisi'ne göre , gezegende bir milyardan fazla insan D vitamini eksikliği yaşıyor. Kronik D vitamini eksikliği, şeker hastalığı, romatoid artrit, deri veremi, multiplskleroz da diğerleri gibi otoimmün hastalıklarla ilişkilendirilenler arasındadır.
Stresten kaçamıyoruz
Kimyasalların yanı sıra diğer çevresel faktörler de işin içinde olabilir. Sigara içmenin potansiyel olarak romatoid artrit, deri veremi, multiplskleroz ve daha fazlasını tetiklediği gösterilmiştir ( bazı çalışmalar yetersiz olsa da). Miller, ultraviyole ışınımı, sıcaklık ve nem gibi meteorolojik bileşenlerin bile otoimmüniteyi tetikleyebileceğini söylüyor.
Kontrolden çıkmış bağışıklık sistemlerindeki artış, özellikle artan strese de bağlanabilir. Amerikan Psikologlar Birliği (APA) 'ya göre, iş ve ev yaşamından teknolojiye , ülkenin siyasi durumuna kadar her şeyi endişelerinin gerekçesi olarak belirterek Amerikalılar her yıl bir önceki yıla göre daha fazla stres ve endişe duyduğunu bildiriyor.
Bu birçoğunun stres salgını olarak adlandırdığı şeye yol açtı - APA'dan 2017'ye göre, Amerikalıların% 75'i geçen ay en az bir stres semptomu yaşadı. Yüzde kırk beşi gece uyanık olduğunu,% 36'sı endişeli hissettiğini,% 34'ü ise stres kaynaklı yorgunluğu bildirdiğini bildirmiştir.
2018 yılında tamamlanan bir çalışma, daha önce strese bağlı hastalıkları olan kişilerin, otoimmün hastalıklara diğerlerinden çok daha fazla duyarlı olduklarını ortaya koymuştur. Araştırmacıların bulduğu şey üç yönlüydü: Strese maruz kalan kişilere otoimmün hastalık tanısı konma olasılığı daha yüksek, çoklu otoimmün hastalık geliştirme olasılığı daha yüksek ve yaşamın başlarında otoimmün hastalık geliştirme eğilimindeler. Çalışma ayrıca bir Travma Sonrası Stres Bozukluğu yaşayan ve antidepresan ile tedavi edilen kişilerin otoimmün bir hastalık geliştirme şansının daha düşük olduğunu tespit etti.
Bütün bu bağlantılar ve ilintilerin tümü ikna edici olsa da, sonuçta, iç ve dış stres kaynaklarının otoimmün hastalığın başlamasına tam olarak neden katkıda bulunduğunu tam olarak ortaya koyamıyor.
Muhtemelen bu bağışıklık sistemlerimizde aynı anda etki eden bu çevresel risklerin bir kombinasyonu. Aslında, bu tetikleyicilerden herhangi birinin diğerlerinden daha önemli olup olmadığını belirleme zorluğunun bir kısmı, insanların giderek daha hareketli olmalarıdır. Bu da hastalıkları tetikleyen ajanlara maruz kalmamızın yalıtılmış bir durum olmadığı anlamına gelir. Otoimmün semptomların ortaya çıkması zaman alır ve bu da soruna en çok neyin sebep olduğunu tam olarak bilmeyi zorlaştırır.
Salgın var ama çok az şey biliyoruz
“Ne zaman bir doktora gidersem,“ Seninle ilgili hiçbir sorun yok ”derlerdi.”
Bunu söyleyen Stacy ve milyonlarca insan için bu karışık durum, tanıyı daha da sinir bozucu hale getirdi. Her ne kadar geniş semptom yelpazesi Hashimoto'larla ilişkili olsa da, hastalık herkeste aynı şekilde görünmüyor, bu da uzun bir yanlış tanı zincirine yol açıyor.
“Ne zaman doktora gidersem derler ki, 'Sende yanlış olan hiçbir şey yok'” diyor Stacy. “Artrit arıyorlardı ve bende yoktu. Röntgenleri kalp problemlerini araştırırken, kalp problemlerim olmadığını gördüler. Sonunda bir teşhis konulunca bu benim için gerçekten rahatlama oldu. ”
Elbette otoimmün hastalıkların nasıl daha iyi teşhis edilebileceğini bulmak, Stacy gibi insanlara daha iyi hizmet verebilmek için önemli bir unsur. Ama Arkansas Üniversitesi'nden Gilbert'in söylediği gibi, hastalıklara neyin sebep olduğunu bulmak nihayetinde oyunu değiştirecek olan asıl şeydir.
Gilbert, “Bir bağışıklık sistemi hastalığına karşı savaşmak, birçok insanın bildiği gibi, olağanüstü derecede zor” diyor. “Otoimmün hastalıklar için tetikleyicileri anlamaya çalışmak için ne kadar çok çalışırsak, onlardan kaçınmaya başlayabilir ve hastalar üzerinde ödettikleri bedelleri engellemeye başlayabiliriz.”
Yazan : Tessa Love
Tercüme: Google Translate
Tercüme Tashih : Melih R. Çalıkoğlu
Kaynak : elemental.medium.com
İlk Yayın Tarihi: 10 Nisan 2019