top of page

En eski insan DNA örneği, bizden öncekilere ait soruları artırıyor


Bu iskeletin DNA’sı Denisova, kemikleri ise Neandertal olduğunu söylüyor. Kim bu birey? İki türün karışımı mı? Bilim adamlarının çözmeye çalıştığı bizden farklı iki insansı türe ait 400 bin yıllık sır. @uzakevrenler #popülerbilim #dna #tarih #insan

Tartışmalara ve pek çok yeni soru sorulmasına neden olan mağaradan çıkarılan Homo heidelbergensis iskeleti. Kaynak: Javier Trueba, MADRID SCIENTIFIC FILMS

Araştırmacılar, bugüne kadarki en eski insan DNA örneğini elde etmeyi başardılar. DNA örneğini Sima de los Huesos olarak bilinen İspanya’daki bir kazı alanında yapılan çalışmalarda bulunan kemik kalıntılarından çıkardılar. Araştırmacıların bu sonucu elde etmek için kullandıkları yöntem ve teknoloji gerçekten göz dolduruyor ve büyük bir başarıyı simgeliyor. Ama elde ettikleri sonuçlar kafaları karıştıracak cinsten. Zira DNA’sı başarıyla çıkarılan bu kişinin en yakın akrabası Avrasya’nın öbür ucunda bulunmuştu.

Fosilleşmiş insan kalıntılarından DNA örnekleri almayı başarmamız geçmişe dair bildiklerimizi ve algımızı kökünden sarsmış bulunuyor. Örneğin Neanderthal türüne ait DNA genomunun tamamının sentezlenmiş olması sonucunda, bizim de tür olarak Afrika’dan ayrılan atalarımızın Neandertallerle az da olsa karıştığını ortaya çıkardı. Araştırmalar devam ettikçe daha da şaşırtıcı bir sonuç elde edildi ve Sibirya’da bugüne kadar hiç bilinmeyen üçüncü bir insansı türü olan Denisovan’lar ortaya çıkarıldı. Daha da ilginci atalarımızın bu üçüncü türle de karıştığı ortaya çıktı. Ancak Denisovan türünden bize geçen genetik mirasın ancak Pasifik adalarına göç eden halklarda ortaya çıktığı görüldü.

İşleri daha da karıştıran, elimizde bolca Neandertal iskeleti ve kalıntısı bulunuyor olmasına ve bu sayede Neandertallerin biz Homo Sapiens’lerden ne kadar farklı olduğunu anlayabiliyor olmamıza rağmen Denisovan’lar söz konusu olduğunda elimizde bir iki dişten başka kalıntı bulunmaması oldu. Bu kadarcık kalıntıdan anlıyoruz ki oldukça geniş dişleri varmış. Bunun dışında fiziksel özellikleri bakımından daha fazla bir şey bildiğimiz söylenemez. Yine de Denisovanların fiziksel görünümü kadar önemli asıl soru, sadece Sibirya’da kalıntılarını bulduğumuz Denisovanların genetik mirasının nasıl olup da Pasifik adalarında ortaya çıkıyor oluşu.

Yaşlı ve bilge Neandertal Kaynak: Erich Ferdinand/CC by 2.0

Sima de los Huesos’da bulunan DNA örnekleri bu zorlu sorulara yenilerini ekliyor Mağara geçmişi 300 bin yıldan eskiye dayanan bol miktarda insan ve hayvan iskeletleri ve kalıntıları barındırıyor. Buluntular arasında en az 28 kişiye ait kalıntılar ortaya çıkarıldı ve tür olarak Homo Heidelbergensis olarak sınıflandırıldılar. Homo Heidelbergensis oldukça az bilgiye sahip olduğumuz Neandertal olmayan ve bizim türümüz olan Homo Sapiens öncesi pek çok örneği kapsayan sınırları tam olarak tanımlanmamış bir sınıflandırma. Yine de iskeletlerin bazı özellikleri bunların Neandertallerin de atası olabileceğine ilişkin ipuçları sunuyor.

Eski kemiklerden DNA örnekleri toplamak kolay bir iş değil. Max Planck Enstitüsü Evrimsel Antropoloji bölümünden Svante Pääbo ve çalışma ekibi bu konudaki tekniklerini uzun zamandır geliştirip, iyileştiriyorlar. Sima de los Huesos mağarasında yürütülen çalışmalarda kendilerinden yardım istendiğinde önce mağarada bulunan bir ayının iskeletlerini incelediler ve ardından yardımcı olabileceklerini bildirdiler.

Ayının kalıntılarından bir DNA örneği çıkarılması zannedildiğinden kolay oldu, çünkü laboratuvarlarında teknisyen olarak çalışan bir ayı bulunmuyordu. Aynı mağaradaki insan kalıntılarından örnek çıkarılması ile zannettiklerinden çok daha zor oldu, zira her denemede mutlaka laboratuvarda çalışan teknisyenlerin DNA’ları örneklere karışıyor ve modern insan DNA’sı ile kirletiyordu. Her defasında daha da hassas ve temiz çalışarak sonuca ulaştılar. Antik DNA’nın çoğunun 45 baz çiftten daha kısa olduğunu ve yüksek oranda çok belirgin bir bozulma türüne sahip olduklarını anladılar. (Uçlara doğru, C kalıntılarının yarıdan fazlasının T’lere dönüştüğünü gördüler) Böylece 45 baz çiftten daha yüksek olan ve ağır hasar görmemiş olan örnekleri filtrelemesi için bilgisayarlarını ayarladılar.

Bu hatalı ve kirlenmiş olan örnekleri ayıkladıktan sonra mağarada bulunan bireylerden birisinin mitokondriyal genomunun çoğunu yeniden inşa etmeyi başardılar. Bu sayede elde edilen örnekleri Denisova, Neandertal ve modern insan nüfuslarından alınan örneklerle karşılaştırma şansı elde etmiş oldular.

Şunu söylemek lazım ki sonuçlar kafa karıştırıcı. İspanya’daki Sima de los Huesos mağarasında bulunan bu bireyin en yakın olduğu nüfus, en azından genetik olarak Denisova insansıları. Hatta Denisova’lılara o kadar yakın ki daha önce tam genomlarına bakılarak akraba türler olduğuna inanılan Denisova ve Neandertal türlerinin birbirinden daha fazla ayrılmasını sağladı. İlginç olan ise yukarıda da söylediğimi gibi bu bireyin kendinden çok sonra yaşayan Neandertallerde bulunan fiziksel özelliklerinin bazılarının ilkel hallerini taşıyor olması.

Kafaları daha karıştıran elde edilen DNA’dan anlaşıldığı kadar bireyin bundan 400 bin yıl önce yaşamış olması. Bu bilgi bugüne kadar tahmin edilen Neandertal ve Denisova türlerinin birbirinden ayrıldığı zannedilen tarihten çok öncesine denk geliyor.

Araştırmacılar bir kaç olası açıklama üzerinde odaklanmış bulunuyorlar. Bunlardan ilkine göre Sima de los Huesos bireyi Denisovalıların ataları ile ilişkili. Ancak bu açılama araştırmacıları rahatsız ediyor. Zira bu durumda bu iki tür Batı Avrupa’yı aynı zaman diliminde paylaştıysa, birbirlerinden giderek farklılaşan ve Denisova ile Neandertalleri olarak adlandırdığımız iki farklı tür haline getiren DNA farklılaşmasını sağlayacak yeterli coğrafi yalnızlık sağlanmış olmuyor.

Araştırmacıların üzerinde durduğu ikinci olası açıklama ise iki türün birbirine karışmış olması. Ya Sima de los Huesos nüfusu Denisova nüfusu ile karışarak onlara mitokondriyal DNA miras bıraktı, ya da şu anda hiç bilmediğimiz bir başka türden bireyler hem Denisova, hem de Neandertaller ile karıştı. Bu çok eski zamanlarda türler arasında karışmanın ne kadar sık yaşandığı anlaşıldığından bu seçeceği göz ardı etmek mümkün görünmüyor.

Bu problemi tam olarak çözmek için Pääbo bu kemiklerin tam nükleik genomlarının elde edilmesini öneriyor. Bu önermeden de anlayabileceğiniz üzere bunun için çoktan çalışmaya başlamış gibi görünüyor.

 

Yazan : John Timmer

Tercüme: Melih R. Çalıkoğlu

İlk Yayın Tarihi: 12 Mayıs 2013

 

42 görüntüleme
bottom of page